MERSİN   FORUM  ÇÖZÜM   KLİNİK    PSİKOTERAPİ MERKEZİ


                                                  
HASTALIKLAR
Cinsel Terapide Çözümler
CİNSEL DANIŞMANLIK HİZMETLERİMİZ

CİNSEL YAŞAMI ANLAMAK İÇİN...


Cinsellik biyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel, geleneksel, ahlaki, dini, antropolojik, politik ve ekonomik boyutları olan karmaşık bir bütün. Bu nedenle, cinsel sorunu olan birisine yaklaşımın da bu farklı bakış açılarını içinde

barındırması gerekiyor:

 

Biyolojik açı: Cinsellik temel bir içgüdü. Cinsel işlevler, bedenin ürettiği 30’u aşkın hormon ve kimyasal maddenin karıştığı ve tüm bedenin katıldığı bir süreç. Bu nedenle, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için sağlıklı işleyen bir beden “olmazsa olmaz” bir kural. Cinsel yaşamda sorunlar yaşandığında da ilk bakılması gereken yer fiziksel sağlığın düzeyi.

 

Psikolojik açı: Sağlıklı işleyen bir beden, cinselliği sağlıklı bir şekilde yaşayabilmek için gerekli altyapıyı sağlar. Ancak, o cinselliğin nasıl yaşanacağını, kiminle yaşanacağını, ne zaman, nerede ve nasıl olacağını, nasıl uyarılıp, nasıl doyuma ulaşılacağını belirleyen insanın hayal dünyası, bilinçdışı ve psikolojisidir.

 

Sosyokültürel açı: Kişinin yetiştiği ve içinde yaşadığı aile, yakın çevre, gelenekler, dini inançlar, ahlaki tutumlar, psikolojik ve biyolojik bir neden olmaksızın, tek başına cinsel işlev bozukluklarına yol açabiliyor. Çünkü kişinin iç dünyasını belirleyen öğelerdir bunlar.

 

Kısacası, cinsel sorun ya da cinsel işlev bozukluğu yaşayanlarda kullanılacak her türlü tedavi yaklaşımının bu üç temel unsuru içermesi gerekiyor. Yalnızca tıbbi bir yaklaşım getirmek yeterli olmadığı gibi, yalnızca

psikolojik ya da sosyokültürel yaklaşım da yeterli değil. Çünkü herbiri karşılıklı etkileşim içinde ve modern cinsel tedavilerin bu üç yaklaşımı dikkate alması gerekiyor.

ANTİDEPRESANLAR CİNSEL İSTEKSİZLİK YAPAR MI?


Antidepresanların bir kısmı cinsel isteksizlik ve cinsel işlev bozukluklarına neden olurlar. Cinsel işlev bozukluğu açısından en sık görülen yan etkiler erkeklerde geç boşalma, boşalamama ve iktidarsızlıktır. Kadınlarda ise adet düzensizlikleri, vajinal kuruluk, ağrılı cinsel ilişki ve orgazm olamama hali yapabilirler. Antidepresanların cinsellikle ilgili yan etkileri genellikle kullanıldıkları sürece devam eder ve bırakıldıklarında düzelirler. Eğer antidepresan kullanıyorsanız ve bu tür yan etkiler yaşıyorsanız bunları mutlaka psikiyatristiniz ile değerlendirmelisiniz. Psikiyatristiniz bu yan etkilerin azalmasında size önerilerde bulunabilir ya da bu tür yan etkilerin çok daha az oranda görüldüğü başka bir antidepresan kullanmanızı önerebilir.

Antidepresanlar kaygı ve huzursuzluğun artmasıyla yaşamı güçleştiren kaygı bozukluklarında ya da mutsuzluk ve isteksizliğin ön planda görüldüğü depresyon hastalığında kullanılırlar. Kaygı bozukluklarında kaygının şiddetlenmesiyle cinsel yaşam genellikle bozulur. Depresyonda ise isteksizlik ve zevk alamama hastalığın ana belirtileri olduğundan cinsel isteksizlik ve cinsel ilişkiden zevk alamama sıklıkla görülür. Bu tür rahatsızlıklar yalnızca cinselliği değil yaşamın genel anlamını olumsuz yönde etkilerler.

Bu yüzden antidepresanlar sıklıkla cinsel yaşamında sorunlar olan hastalarda kullanılmaktadır. Kaygı bozukluğu veya depresyonu olan hastalar tedavilerine başlamadan önceki cinsel sorunlarını psikiyatristleri ile detaylı bir biçimde değerlendirmelidir. Eğer ilk muayene sırasında bu değerlendirme yapılmazsa tedaviye başlandıktan sonra gelişen cinsel yaşamla ilgili sorunlar yeterince irdelenemeyebilir.

Antidepresanların cinsel yaşamla ilgili yan etkileri cinsel yaşamın kalitesini bozacak düzeyde ise bu durum tedavinin bırakılmasını gerektirmez. Çünkü tedavide yapılacak yeni düzenlemeler ile bu yan etkiler ortadan kaldırılabilir. Yan etkiler yüzünden tedavinin yarıda kesilmesi psikiyatrik hastalığın alevlenmesine yol açacaktır.
Psikiyatrik tedaviler uzun süreli olduklarından tedavi süresince psikiyatristiniz ile iletişiminizi kesmeyiniz. Karşılaştığınız sorunları psikiyatristiniz ile değerlendirmeniz tedavinizin daha iyi olmasını sağlayacaktır.


CİNSEL SORUNLARIN NEDENLERİ

BİLGİSİZLİK, TABULAR, HASTALIKLAR, SİGARA VE BAZI İLAÇLAR

 

 Yaklaşık her üç kişiden birisi cinsel yaşamının herhangi bir döneminde en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşıyor.

 

 Cinsel sorunların başlıca nedeni eğitimsizlik ve bilgisizlik. Ülkemizde okul çağında başlayan bir cinsel eğitimin olmaması ve formel cinsel bilgi kaynaklarının (okul, öğretmenler, uzmanlar, kitaplar vs.) yeterli ölçüde kullanılmaması cinsellik alanında ciddi boyutta bilgi eksikliği yaşanmasının nedeni.

 

 Cinsel bilgi ve eğitim eksikliği, özellikle deneyim eksikliği ve toplumun cinselliğe yaklaşımındaki katı, tabular ve yasaklarla yüklü muhafazakar tutumla birleşince bir çok cinsel soruna ve cinsel işlev

bozukluğuna yol açabiliyor.

 

 Çok sayıda psikolojik neden ve başta depresyon olmak üzere çeşitli psikiyatrik hastalıklar cinsel sorunların da tetikleyicisi.

 

 Ayrıca başta yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve kan yağlarının yükselmesi olmak üzere çok sayıda kronik hastalık da cinsel sorunların kaynağı durumunda.

 

 Uzmanlar özellikle 40’lı yaşlardan sonra, kimi zaman yaşanılan cinsel sorunların altta yatan daha ciddi ve bazen yaşamı tehdit edebilecek koroner hastalığı gibi hastalıkların ön habercisi olabileceğini belirtiyor.

 

 Dikkat, kullandığımız çok sayıda ilacın cinsel yan etkileri var!

 

 Son yıllarda ülkemizde hızla artan sigara kullanımının da cinsel yaşamın en büyük düşmanlarından biri olduğu son yıllarda ortaya çıktı. Uzmanlar, sigara kullananları cinsel yaşamları açısından da uyarıyor.

 

 Toplumsal bakışın ve geleneklerin cinsel sorunların önemli bir kaynağı olduğunu CETAD Araştırması’nın sonuçları da gösteriyor:

 

Araştırmaya göre, Türk toplumu cinsel sorunlarının en önemli

kaynağı olarak (Yüzde 62) eğitimsizlik ve bilgisizliği gösteriyor.

Araştırmaya katılanların yüzde 40’ı da toplumun cinselliğe yaklaşımını,

önyargılar/tabuları, gelenek ve görenekleri vurguluyor. Türk toplumu,

cinsel sorunların üçüncü kaynağı olarak psikolojik nedenleri ve

stresi gösteriyor. Araştırma, cinselliğe toplumsal bakış ve geleneklerin

cinsel sorunlar için önemli bir sorun kaynağı olduğunu göstermekte.

 

 

ERKEKLER: “GÜÇ”LERİNİ KAYBETMEKTEN KORKUYOR.

 

 Kadınlar cinsel ilişki sırasında en büyük haz kaynağı olarak “duygusal yakınlık”, “yumuşaklık”, “sevilen biriyle derin duyguların paylaşımı” gibi duygusal ifadeleri ön plana çıkarıyorlar.

 

 Erkekler ise ne kadar iyi seviştikleri ve ne kadar güçlü oldukları ile ilgileniyor.

 

 Kadınlar ilişkiyi kaybetmekten, erkeklerse güçlerini kaybetmekten korkuyorlar.


CİNSELLİKLE İLGİLİ İNANIŞLAR VE MİTLER

 

ÇOĞU ABARTILI, YANLI VE YANLIŞ…

 

􀂾 Çocuklar, doğdukları günden itibaren kadın ve erkek oluşlarına göre ayrı biçimlerde yetiştiriliyor. Büyüme sürecinde de içinde büyüdükleri kültüre göre bir kadının ve bir erkeğin ne yapıp ne yapmaması gerektiğini öğreniyorlar. Ancak, bu süreçte

cinsellikle ilgili öğrenilenlerin ve benimsenenlerin çoğu abartılı, yanlı ve yanlış.

 

􀂾 Günlük yaşamda fıkralara, günlük basına ve pornografik yayınlara yansıyan bu yanlış cinsel inanışların (mitler) çoğu kadını küçümseyen, değersizleştiren bir yan içeriyor.

 

􀂾 Bu inanışlara göre, cinsel yaşam ve cinsel haz adeta sadece erkekler için. Kadınlar ise cinsel yaşamın tüketim malı konumunda.

 

􀂾 Ancak, bu durum sadece kadınlara zarar vermiyor. Erkeği her zaman, her yerde, herkesle seks yapmakla görevlendiren, duygularını ortaya koymayan bir “seks makinesi” olarak konumlayan bu inanışlar sonuçta, erkeklerin de cinsel yaşamı

olumsuz etkiliyor, cinsel işlev bozukluklarına yol açıyor. İşte belli başlı cinsel mitler:

 

􀂾 KADIN-ERKEK ROLLERİ ile ilgili en yaygın yanlış cinsel inanışlar;

o Erkekler duygularını belli etmemelidir.

o Cinsellikte başarıya ulaşmak son derece önemlidir.

o Cinsel ilişki isteğini erkek belirtmelidir.

o Erkekler cinsel ilişkiyi her zaman ister ve buna her zaman hazırdır.

o Tüm fiziksel yakınlaşmalar sevişmeyle ve boşalmayla sonuçlanmalıdır.

o Cinsel ilişki arzusunu belli eden kadın hafif birisidir, terbiyesizdir.

 

􀂾 CİNSEL İSTEK ile ilgili en yaygın yanlış cinsel inanışlar;

o Erkekler her zaman cinsel istek duyarlar.

o Yaşlanma cinsel isteği tamamen ortadan kaldırır.

o Menopoz cinsel isteği ortadan kaldırır.

o Kadınların cinsel isteği azdır.

 

􀂾 CİNSEL İLİŞKİ sırasındaki davranışlarla ilgili en yaygın cinsel inanışlar;

o Sevişmek cinsel birleşme demektir.

o Sevişmek cinsel organda sertleşmeyi gerektirir.

o İyi bir sevişme cinsel heyecanın sürekli tırmanması ve orgazmla sonuçlanması demektir.

o Cinsel ilişkiyi erkek başlatmalı ve sürdürmelidir.

o Uyarılmış erkek boşalmazsa zararlı olur.

o Dikkat başka yere çekilirse erken boşalma önlenebilir.

o İlk boşalmadan sonraki boşalmalarda erken boşalma sorunu olmaz.

o Sevişme her zaman doğal ve kendiliğinden olmalıdır; sevişmek hakkında konuşmak, düşünmek veya hayal kurmak onu bozar.

o Sevişmeyi başlatan kadın ahlaksızdır.

o Her erkek her kadına nasıl zevk vereceğini bilmelidir.

o Sevişme ancak her iki tarafın birlikte orgazm olmasıyla güzeldir.

o Eşler birbirlerini sevdikleri takdirde sevişmekten nasıl zevk alabileceklerini de bilirler.

o Cinsel ilişki içinde olan eşler içgüdüsel olarak diğer eşin ne düşündüğünü ve istediğini bilirler.

o Cinsel ilişki sırasında mastürbasyon yanlıştır.

o Erkek cinsel organında sertleşmenin kaybı eşini çekici bulmadığı anlamına gelir.

o Erkek ya da kadın sevişmeye hayır diyemez.

o Sevişmede neyin normal olduğuna ilişkin belirli ve kesin kurallar vardır.

o Olgun kadın birleşmeyle orgazm olmalıdır.

 

􀂾 CİNSEL İŞLEVLER ile ilgili en yaygın yanlış cinsel inanışlar;

o Güçlü erkekler üst üste birkaç kez sevişebilirler.

o Bir erkek ne kadar sık ve üst üste sevişebiliyorsa o kadar güçlüdür.

o Bir kez cinsel sorun yaşanırsa bu tekrarlayacak demektir.

 

􀂾 CİNSEL ANATOMİ ile ilgili en yaygın yanlış cinsel inanışlar;

o Erkek cinsel organının büyüklüğü oranında zevk verir.

o Penisin vajinaya girişi zordur.

o İlk cinsel ilişki kadın için çok ızdırap vericidir. Kadın için tehlikeli olabilir.

o İlk cinsel ilişkide kan gelmezse kadın bakire değildir.

o İlk cinsel ilişkide “başarısız” olan erkek, erkek değildir.

o Sürtünme ile kızlık zarı bozulabilir.

o Evlenmeden önce kızlık zarının bozulmaması için çok tedbirli olunmalıdır.

 

 HAMİLE KALMA ile ilgili en yaygın yanlış cinsel inanışlar;

o Öpüşme, dokunma gibi yakınlaşmalarla hamile kalınabilir.

KADIN CİNSELLİĞİNİN GELİŞİMİ - PSİKANALİTİK KURAMLAR IŞIĞINDA

 

Kadının cinselliği üzerinde düşünürken kız çocuğunun büyümesi ve gelişimi anlaşılırsa, cinsellik de anlaşılır. Başlangıç ve gelişim anlaşılırsa, bugün ve gelecek de anlaşılır. Arka plan aydınlatılırsa nedenler, niçinler anlaşılır. Gerçek ve içten bir anlama ve fark etme beraberinde değişimi, serbestliği getirir. Bu yüzden birkaç açıdan büyümeyi, gelişmeyi, bu dönemlerin kadının yaşamına ve cinselliğine etkilerini ele alacağım. Cinselliği bu biçimde ele almamın nedenlerinden birisi de cinsel yaşamın insanı gerileten, çocuksulaştıran, en ilkel yönlerimizi yansıtan öğelerin bir bütünü olmasıdır. Bundan sonra anlatacaklarımda kendinizi değil de küçük kızları, kızınızı, kız arkadaşlarınızı düşünün, bu sizin anlamanızı kolaylaştıracaktır.

 

Psikoseksüel gelişim evreleri;

Yaşam cinsellikle, cinsel eylemle başlar. En baştan beri çocuk sahibi olma isteği ile cinsel dürtüler bir arada gider. Kız çocuğunun hep bir bebeği vardır. Erkek-kadın çifti bir çocuk sahibi olma ister ve beraber olur. Çocuk erkek olursa büyük bir başarı kazanılmış, kız olursa teselli edilecek bir durumla karşılaşılmış olunur. Gebelikte cinsiyeti öğrenmenin büyük bir yararı vardır. Ebeveynler kendilerini cinsiyete göre hazırlamaya başlayabilirler.

 

Yaşamın ilk 1 yılında kız bebek acıkma ardından doyma, kaka yapıp rahatsız olma ardından temizlenip rahatlama, uyuma ve ardından uyanma döngülerini tekrarlar en temel yaşamsal ritimleri içselleştirir. Annenin ana görevi, bebeğini sakinleştirmek, onun ihtiyaçlarını anlamak ve güven içinde yaşamasını sağlamaktır. Baba ise bu dönemde yaşamsal koşulları sağlayan ve daha çok anneyi destekleyen rolündedir. Bu dönemde alma, verme, haz verme, haz alma, bunları güven içinde yapma yetileri edinilir. Sevgi, güven, rahatlık tüm hücrelerin içine sindirilir. Bebeğin emzirilmesinin cinsel bir organla, meme ile yapılması, meme ucunun dikleşmesi ilginçtir. Daha en baştan yaşam, doyum ve cinsellik bir araya gelmektedir.

 

Bu dönemle ilgili sorunları olan anneler ve kadınlar hemen sahip olmak, hemen hazlarını gidermek, ertelememek isterler. Sindirmeye ve istemeye olanak tanımazlar. Almakta, içlerine sokmakta sıkıntı yaşarlar, hep vermek isterler. Bu tavırlarıyla karşılarındaki çocuğu, kocayı yok sayarlar ve tüm doyumlarını annelik yapma üzerinden alırlar. Hep anne kalma, hep anneyle kalma, cinselliğin yaşanmasını engeller. Ama bu alanlarda bir denge varsa cinselliğe kolaylıkla yansır, kadını yenebilir bir fıstık olur. Tensel temas, kucaklama yalnızca korunma, güven amacıyla değil cinsel yaşamda yerini alır. Ya da, mesela erkek isterken kız çocuğu olan bir anne, kızının bakımını ihmal eder, açlığını doyurmaz, hep aç kalmasına, ruh dünyasının gelişmemesine neden olur. Böyle annelerin çok zayıf ya da çok şişman çocukları olur.

 

2.-3. yılda kız çocuk; öfke kontrolünü, çevrenin kontrolünü, dünyaya açılmayı ve bununla birlikte mesafelerini ayarlamayı, gerçekleri ve sosyal kuralları öğrenmeye başlar. Vicdan, ahlak, kontrol etme yetilerinin çekirdekleri gelişir. Buradaki sertlikler, çok ahlaklılık, çok kontrol etmek isteme hem sonraki yıllarda yaşanacakları hem de erişkin cinselliğini ketler. Belirsizliğe katlanabilme, bekleyebilme öğrenilir. Cinsellikte de kendini belirsizliğe, başkasının kollarına bırakabilme, bekleyebilme önemlidir. Bu dönemde zorlanmış kadınlar cinselliklerinde her şeyi, her duyguyu, her detayı kontrol etmeye, temiz, düzenli olmaya çalışırken işin haz kısmını yok ederler.

 

4.-5. yılda sevgi, çocuksu aşk, karşı cinse ilgi duyma ve hemcinsi gibi olmaya çabalama, cinsel kimliği kazanma ön plandadır. Cinsellikle ilgili genel imaj bu dönemde edinilir. Bu dönemde aile içi evlenmelerin/cinsel ilişkinin yasak olduğu öğrenilir. Kız çocuk pipisi olmadığı için üzülür, nedenini anlamaya çalışır, annesine kızar. Rekabet etme gelişir, erkekler güreş, futbol, koşma gibi oyunlarla birbirleriyle, babalarıyla rekabet etmeye çalışırken, kızlar ilişkilerde öne geçme, ilgiyi kazanmada rekabet ederler. Kız çocuklarının ruhsallığında karşıdakinde duygular uyandırma, ilgiyi çekme önemlidir. Uyarma, arzu uyandırma, ilgi çekme cinsel yaşamı başlatan, cinsel yaşama tat ve haz veren öğelerdir. Bazen uzun süren ilişkilerde ve evlilikte bu kısım ihmal edilmeye başlanır. Bazen de diğer uca gidilir ve açıklığın uyarıcı olacağı yanılsaması ile örtünmek ve gizlilik silahı bırakılır.

 

Kadının cinselliğini olumsuz etkileyen bir pasiflik, yüzeysel, kontrol edici, kaçınıcı ve savunma amaçlıdır. Kulede bekleyen prenses, uyutulan Pamuk Prenses, kurdun yediği kırmızı başlıklı kız, köle hizmetçi haline getirilmiş Sindirella gibi. Bu çocuksu, çekirdek kadın kimlikleri, özdeşimi kolaylaşması için abartılmıştır. Ve karşısında güçlü, aktif, kurtaran, öpücükle uyandıran, prenses erkek vardır. Ama ne yazık ki gerçek yaşam masallardakinden farklıdır, bu biçimiyle kalırsa kadına çocuksuluk verecektir. Derin, kabullenilmiş, yerinde sergilenen, esnekliği olan, içselleştirilmiş ve aktif nitelikli bir pasiflik ise kadına asalet verir.

 

Cinsellik, erişkinlere özgü bir durum olduğu ve ergenlik öncesindeki çocukların anlayamayacakları ve tahammül edemeyecekleri bir konu olduğu için bir yönüyle gizlidir, gizli tutulmalıdır, bastırılmalıdır. Hep sansürlenmiştir, engellenmiştir. Kız çocuk erişkin cinselliğinden uzak tutulmalı ama onun dişiliğini geliştiren oyunlar hep olmalıdır. Cinsellik, tamamıyla gizli ve yasak olur, bastırılırsa sonuçları yaşamla bağdaşmaz, huzursuzluk, sıkıntı ve sorunlar ortaya çıkar. Yalnızca üreme ortadan kalkmaz, üretme, ilgi, merak, sevgi ve yaşam da ortadan kalkar. Çünkü cinsellik yaşamın, vazgeçilemez, bastırılamaz, yadsınamaz bir parçasıdır. Sağlıklı bir yaşam içinde cinsellikten vazgeçilemez ve varlığı yadsınamaz ama ertelenebilirliği, bastırılabilirliği diğer dürtülerimizden daha kolaydır.

 

Cinsellik yaşamın ana konusu olmaktan çıkmış, yaşamdaki doğal yerini almışsa gereken olmuştur. Kızlık zarına ve namusa odaklanma, bunu törenin, geleneğin, sosyal yaşamın merkezine oturtma kızın ruhsal ve sosyal gelişimini bozar. Utanma şiddetlenir, istememe, sınır koyma, yerinde ve olgunlukla sürdürülemez. Ama kadın olmak utanmamak, pasif olmamak, kadınsı pasifliği reddetmek değildir. Bağlılık, sadakat, ahlaklılık, derinliği ve esnekliği olduğunda olgunluğu gösterir. Kadın, gelenek demektir.

 

6.-7. yılda okul başlar,kızın aile dışındaki arkadaşlarla, ebeveynler yerine öğretmenlerle ilişkileri başlar. Böylelikle aşık olunabilecek yeni ve aile dışındaki erkeklerle tanışılır. Aşk ve cinsellik yerine, öğrenme ve bilme çabası geçer. Cinsel konular bastırılır. Ama günümüzde bu süreçte hem okul eskisinden daha önemli olmuş hem de cinsellik eski sınırlarını yitirmiştir.

 

Nesne ilişkileri ve kendilik kuramı

İlk yıllarda ya tüm dünya iyi ya da tüm dünya kötüdür. İyilik ve kötülük, tatmin olma, doyurulma ve engellenme üzerinden yaşanır. Anne iyiyken kız çocuk da iyi olur, anne kötüyken kız çocuk da kötü olur. Diğer zamanlarda kız çocuk iyiyken anne de iyi, çocuk kötüyken anne de kötüdür. Sonra annenin iyiliği ve kötülüğü, kız çocuğun kendisinin iyilik ve kötülüğünden ayrılır. Ardından iyiler ve kötüler bütünleşir, tamamıyla iyi ya da tamamıyla kötü olmaz. Sevgi ve iyilik öne geçer, bütünleştirici güç olur. İyilik ve kötülük zamanla sınırlanır, anne kötü olduğu zamanlarda da aslında iyi olduğu akılda tutulabilir. Böylelikle iyi ve kötünün yanında, sevgi ve nefret, aşk ve cinsellik, olumluluk ve olumsuzluk bir araya gelir. Kötülüklerin, olumsuzlukların yanında iyilikler ve olumluluk her zaman gücünü korur, her zaman var olur. Buradan kazanılan bütünleştirme gücü daha sonra farklı ikili tasarımların, geçmişin, bugünün ve yarının, bedenin ve zihnin, iç dünya ve dış dünyanın, erkekliğin ve kadınlığın, bireysel ile toplumsal olanın bütünleştirilmesinde de kullanılır. Bu bütünleşmeler ile derinlik, süreklilik, sahicilik kazanılır, yeni yollar, yeni algılamalar ortaya çıkar.

 

Bu süreçte tasarımlar oluşur. Baba, erkek kardeş ve erkek arkadaşlarla kurulan ilişkilerde yaşananlar bir erkek tasarımını oluşturur. Bu tasarımın oluşmasında, annenin zihnindeki erkek tasarımı da etkilidir. Bu tasarımda hoşa giden, istenen, ideal algılanan yönlere göre bir eş seçilir. Kız çocuklar erkekleri ya çocuk olarak ya da penisleriyle, kılıçlarıyla parçalayan canavarlar olarak algılar. Bu algılama ergenlik sonrasında, aktif cinsel yaşamla birlikte bütünleşir ve kadın erkeklerin ne tamamıyla çocuk ne de tamamıyla canavar olmadıklarını anlar. Anne, kız kardeş, kız arkadaşlarla ve erkekler karşısında alınan pozisyona bağlı olarak bir kadın tasarımı ve kızın kendisi ile ilgili bir tasarımı oluşur. Kadınlar şöyledir, böyledir, ben böyle birisiyim gibi. Kızlar, kendileri ve kadınlıkla ilgili iki tasarım taşırlar bir tarafta cinselliğin olmadığı kutsal kadın, diğer tarafta tüm yaşamı cinsellik olan fahişe kadın vardır.

 

Bu izlenimlerin oluşmasında anne-baba arasındaki ilişkiler çok etkilidir. Annenin babaya, babanın anneye karşı tutumları bir kadın-erkek ilişkisinin nasıl olduğu ya da nasıl olmaması gerektiği konusunda derin izler bırakır. Baba, anneyi aşağılarsa kadınlık aşağılanacak, baba, anneye değer verirse kadınlık değerlenecektir. Aynı şey annenin babaya karşı tutumları için geçerlidir.

 

Bireyselleşme-ayrılma kuramı

Bebek, doğduğunda annenin karnından çıkmasıyla birlikte anneden ayrılmaya başlar. Yürümeye ve konuşmaya başladığında da ruhsal açıdan ayrılmaya da başlamış olur. Anne güven verici, bebek çok kaygılı değil ise ayrılma süreci, çevreyi merak etme, yeni yerler keşfetme güdüsünün gücüyle ilerler. Ama 3 yaş civarında dünyanın büyüklüğü ve annenin çok ayrı hissedilmesiyle kaygılanan kız çocuk annesine geri dönmek ister. Bu sırada annenin çocuğunun ayrılığını tanıması, desteklemesi, güven vermesi onu ilerletecektir. Bu dönem sağlıklı geçerse kadının uzaklıklarını, partneriyle mesafesini ayarlaması daha kolay ve rahat olur. İkilemlerinden ve kararsızlıklarından kurtulur. Ayrımlar ve ayrıştırmalar yalnızca mesafelerde olmaz, duyguların tanınması, ayrılması ve denetimi de bu dönemde başlar. Duygularını, neyin, nasıl hissettirdiğini, heyecanlandırdığını ve zevk verdiğini anlayabilme, ayrımlaştırabilme gelecekteki sağlıklı cinsel yaşamın ön gereklilikleridir. Bunların gelişmesinde ebeveynler önemli derecede açıklayıcı ve geliştirici rol oynarlar. Ama kendi duygularını ayrıştıramayan, anlayamayan, duygularla yaşantılarının bağını kuramayan bir ebeveyn, kızına yardımcı olamaz, ebeveynlik yapamaz.

 

Bu ayrılma ve bireyselleşme süreci, ki ergenlikte de tekrarlanır, kızın kendisinin farkında olmasında, kendini hissedebilmesinde, kendini merak etmesinde, tüm bunların sürdürülmesinde ve geliştirilmesinde rol oynar. Bu süreçler desteklenirse, merak, istek, iştah ve arzu desteklenirse, dengelenirse genç kız bu alanlarda ilerlemek için cesaretli olabilecektir. Ama merak cezalandırılır, iştah engellenir, çabuk, çok doyurulur, ya da arzular ve istekler ihmal edilirse, cinsellikteki merak, kadındaki cinsel istek ve doyumun dengesi bozulur.

 

Kadının bireyselleşmesi iyi gelişirse yakınlıktan korkmama, cinsel yaşamda erkeğinin kendisine yaklaşmasına izin verebilme, korkmadan erkeğiyle iç içe geçebilme ve birleşme mümkün olabilir. Bireyselleşememe; şüpheleri, yakınlaşmaya izin vermemeyi, korkmayı, özgüvenin azalmasını getirir. Bireyselleşmede, kız çocuğun annesinden ayrılmasında, üçüncü kişi olarak babanın büyük rolü vardır.

 

Babanın onaylaması, yakın ilişkilerdeki güveni, cinsel yaşamdaki rahatlığı arttırıyorken, kadınlığın nasıl algılandığını, anne ile kurulan ilişki belirlemektedir.

Kız çocuğunun, babasının kendisine gösterdiği nezaketi algılaması ile dengeli ve sürekli bir cinsel doyum yaşaması arasında sıkı bir bağlantı vardır. Kız çocuğunun özgüveni, kendini tanıması, kadınlığı ve cinselliği açısından kendini rahat hissetmesi babanın kızının kadınlığını kabullenmesi ile gelişir.

 

Bu konuşma, 26 Ocak 2010'daki Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi üyelerinin toplantısı için hazırlanmıştır.


TRANSSEKSÜELLİK


Cinsel kimlik bozukluğu, aslında ilkçağlardan beri tanımlanan bir özelliktir. Ancak, sorunun tanımı ilk kez 1949’da Caldwell tarafından yapılmış ve Benjamin’in yazıları aracılığı ile 1953 ve 1956 yıllarında profesyonel literatürde ilgi çekmeye başlamıştır.

Sorunun adı o zamanlar “transseksüellik” olarak geçmekteydi. 1950’li yıllarda bu konuda çok sayıda yayın ve tartışma yapılmasının ardından, 1980 yılında, transseksüellik, APA’nın resmi terimleri arasında “Cinsel Kimlik Bozuklukları” başlığı altında cinsel bozuklukların yetişkin formları arasında yer aldı. Bugün, cinsel kimlik bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları ile genel bir bölüm içerisinde inceleniyor. Cinsel kimlik bozuklukları ile cinsel bozukluklar arasında önemli farklar vardır.

Cinsel Kimlik Bozukluğu ve Cinsel İşlev Bozuklukları

Sağlıklı cinsel etkinlik kapasitemizi etkileyen sorunlara cinsel işlev bozuklukları denir. Cinsel kimlik bozukluğu ise anatomik cinsiyetler ile ilgi rahatsızlıkların daha çok çocuklukta başladığı bir bozukluktur.

Cinsel kimlik bozukluğu yaşayan çocuklar karşı cinsiyetle güçlü ve sürekli bir özdeşim kurarlar. Diğer cinsiyette olma isteğini şiddetle dile getirirler. Erkek çocukları kadınsı giyim kuşamı tercih ederler. Kız çocukları ise erkek giysileri giyme konusunda ısrarlıdırlar. Bu çocuklar, oyunlarında sürekli olarak karşı cinsin rollerini benimserler. Diğer cinsiyette olmanın fantezilerini taşırlar. Karşı cinsin oyunlarına ve eğlencelerine katılırlar. Oyun arkadaşlarını özellikle karşı cinsten seçerler.

Ergenler ve yetişkinler ise diğer cinsiyette olma isteklerini şiddetle şekilde dile getirirler, kendilerini diğer cinsiyetteymiş gibi gösterirler, onlar gibi yaşamayı ve davranmayı isterler. Kendi cinsiyetlerinden rahatsızlık duyarlar, cinsiyetinin gerektirdiği cinsel roller için uygun olmadıklarını düşünürler. Dolayısıyla bu bozukluk, toplumsal ve mesleki alanlarda önemli sıkıntılara yol açar.

Transseksüellik erkeklerde daha çok görülür. Hollanda’da cinsiyet tedavi merkezinde tedavi olan hastalar arasında yapılan yaygınlık tahminlerine göre, her 12 000 erkekte 1 ve her 30 000 kadında 1 transseksüellik yaygınlığı mevcuttur.

Kadın ve Erkek Transseksüeller, Psikolojik Özellikleri Açısından Ne Gibi Farklılıklar Taşırlar?

Kadın transseksüeller anne babaları ile daha yakın ilişkiler kurarlar, cinsel partnerleri ile ilişkileri daha istikrarlıdır. Cinsel yaşamlarında daha doyumludurlar. Erkek transseksüellerin ise daha fazla psikolojik sorunlar taşımaktadırlar. Depresyon, kaygı ve sosyal yabancılaşma bu sorunların önde gelenleridir. Bu kişilerin şiddetli kişilik bozuklukları sergiledikleri de görülmüştür.

Bu noktada transseksüellerle eşcinselleri de birbirinden ayırmakta fayda vardır. Eşcinseller kendi cinsel kimliklerinden rahatsızlık duymazlar. Lezbiyenler kendi cinsel kimliklerinden gurur duymaktadırlar ve erkek olma düşüncesini korkunç bulmaktadırlar. Transseksüeller ise kendilerini “bir erkek vücuduna hapsedilmiş kadın” ya da “bir kadın vücuduna tutsak olmuş erkek” gibi görürler. Hatta bunların çoğu eşcinsel kadın ya da erkeklerle herhangi bir temastan ve ilişkiden bile kaçınırlar.

Peki Bu İnsanlar Neden Cinsel Kimlik Bozukluğu İçindedirler?

Aslında kişinin neden erkeksi ya da kadınsı bir kimlik duygusu geliştirdiği çok da açık değildir. Acaba cinsel kimlik bebeğin doğumundan önce mi, yoksa kişinin kendi çevresinde karşılaştığı biyolojik ve sosyal etkenlerle mi belirlenir? Transseksüelliğin gelişimine ilişkin açıklamalar çok farklı olsa da çevresel bakış açısı klinik literatürde daha çok tercih edilmektedir.

Bazı araştırmacılara göre, anne, baba ve aile sorunun gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Onlara göre erkek transseksüelliğine temel olan şey, babanın fiziksel ya da psikolojik yokluğudur. Bu ailelerde, çocukla çok yakın bir bağ kuran baskın bir anne vardır. Kadın transseksüellerin ise anneleri depresyona eğilimli kişilerdir. Babalar eşlerine karşı ilgisiz ve uzaktırlar. Bu nedenle kız çocuk, babasının bıraktığı boşluğu erkeksi bir rol oynayarak doldurmaktadır. Diğer erkeksi davranışların baba tarafından pekiştirilmesi ve kadınsılık desteğinden mahrum kalınması da bozukluğun ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

Bazı araştırmacılar ise, erkeklerde kadınsı, kızlarda ise erkeksi davranışların gelişimi için farklı bir model öne sürerler. Bu model, model alma ve pekiştirme gibi öğrenme ilkeleri temeline dayanır. Buna göre, karşı cinsteki ana veya baba baskındır. Aynı cinsten olan ana veya baba ise ya ortada yoktur ya da son derece etkisizdir. Örneğin kız çocuk, aşırı baskın olan babasına özgü davranışları taklit etmeye başlar. Baskın olan baba ve etkisiz olan anne buna karşı çıkmak yerine çocuğu ödüllendirir. Erkeksi kız, erkeklerle daha çok vakit geçirmeye başlar ve hem ana babanın hem de arkadaş ilişkilerinin bu yanlış pekiştirmesi sonucunda karşı cinsle daha fazla özdeşim kurmaya başlar. Bu sosyalleşme süreci sonunda çocuk, kendi cinsinin üyeleri ile bütünleşmekten tümüyle uzak kalır.

Cinsel kimliğe ilişkin katı çevresel bir bakış açısına sahip olmak doğru olmaz. Cinsel kimlik çevresel etkenlerden olduğu kadar biyolojik etkenlerden de etkilenir. Araştırmacılar, 1970’li yıllarda yaptıkları bir çalışmada, Dominik Cumhuriyeti’ndeki geniş bir ailenin birkaç üyesini incelemişlerdir. Bu kişilerin, erkek fetusta penis ve testis torbasına şekil vermekten sorumlu bir hormon olan dihydrotestosterone’u üretemedikleri anlaşılmıştır. Hormonun yokluğunda, çocuklar, çok küçük, klitoris benzeri bir penis ve dudak kıvrımlarına benzeyen bir torba ile kör vajinal bir keseyi içeren dış genital organlarla doğmaktadırlar. 24 vakanın 18’i kız gibi yetiştirilmişti. Ancak daha sonra buluğ çağına geldiklerinde her şey değişmişti. Çocukların “klitorisleri” büyüdü ve bir penis oldu. Oysa yeterli hormon olsaydı rahim içinde tutulacaktı. Testisler ise bir torbanın içine intikal etti. Çocukların sesleri kalınlaştı ve bedenlerindeki kaslar erkeksi bir görünüm oluşturdu. Ergenler yeni gelişen bedenlerine çabucak uyum sağladılar. Artık kendilerini erkek gibi görüyorlardı ve kadınları çekici buluyorlardı. Çocuklar kız gibi yetiştirilmişlerdi, ancak anatomileri değiştiğinde, cinsel kimliklerini hızlı ve oldukça başarılı bir şekilde değiştirebildiler.

Bütün bu çalışmalardan çıkan sonuç; ana babalarla, kardeş ve akranlarla olan çocukluk dönemine ait etkileşimlerle ilgili açıklamaların, biyolojik yaklaşımlı açıklamalarla birlikte ele alınması gerektiğidir. Transseksüelliğin gelişiminde etkili olduğu düşünülen çevresel ve biyolojik temelli açıklamalar ve açıklamalar üzerinde yapılan tartışmalar, cinsel kimlik bozukluğu üzerinde çok daha kapsamlı araştırmalara gerek olduğu gerçeğini göstermektedir.

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

TRANSSEKSÜELLİK


Cinsel kimlik bozukluğu, aslında ilkçağlardan beri tanımlanan bir özelliktir. Ancak, sorunun tanımı ilk kez 1949’da Caldwell tarafından yapılmış ve Benjamin’in yazıları aracılığı ile 1953 ve 1956 yıllarında profesyonel literatürde ilgi çekmeye başlamıştır.

Sorunun adı o zamanlar “transseksüellik” olarak geçmekteydi. 1950’li yıllarda bu konuda çok sayıda yayın ve tartışma yapılmasının ardından, 1980 yılında, transseksüellik, APA’nın resmi terimleri arasında “Cinsel Kimlik Bozuklukları” başlığı altında cinsel bozuklukların yetişkin formları arasında yer aldı. Bugün, cinsel kimlik bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları ile genel bir bölüm içerisinde inceleniyor. Cinsel kimlik bozuklukları ile cinsel bozukluklar arasında önemli farklar vardır.

Cinsel Kimlik Bozukluğu ve Cinsel İşlev Bozuklukları

Sağlıklı cinsel etkinlik kapasitemizi etkileyen sorunlara cinsel işlev bozuklukları denir. Cinsel kimlik bozukluğu ise anatomik cinsiyetler ile ilgi rahatsızlıkların daha çok çocuklukta başladığı bir bozukluktur.

Cinsel kimlik bozukluğu yaşayan çocuklar karşı cinsiyetle güçlü ve sürekli bir özdeşim kurarlar. Diğer cinsiyette olma isteğini şiddetle dile getirirler. Erkek çocukları kadınsı giyim kuşamı tercih ederler. Kız çocukları ise erkek giysileri giyme konusunda ısrarlıdırlar. Bu çocuklar, oyunlarında sürekli olarak karşı cinsin rollerini benimserler. Diğer cinsiyette olmanın fantezilerini taşırlar. Karşı cinsin oyunlarına ve eğlencelerine katılırlar. Oyun arkadaşlarını özellikle karşı cinsten seçerler.

Ergenler ve yetişkinler ise diğer cinsiyette olma isteklerini şiddetle şekilde dile getirirler, kendilerini diğer cinsiyetteymiş gibi gösterirler, onlar gibi yaşamayı ve davranmayı isterler. Kendi cinsiyetlerinden rahatsızlık duyarlar, cinsiyetinin gerektirdiği cinsel roller için uygun olmadıklarını düşünürler. Dolayısıyla bu bozukluk, toplumsal ve mesleki alanlarda önemli sıkıntılara yol açar.

Transseksüellik erkeklerde daha çok görülür. Hollanda’da cinsiyet tedavi merkezinde tedavi olan hastalar arasında yapılan yaygınlık tahminlerine göre, her 12 000 erkekte 1 ve her 30 000 kadında 1 transseksüellik yaygınlığı mevcuttur.

Kadın ve Erkek Transseksüeller, Psikolojik Özellikleri Açısından Ne Gibi Farklılıklar Taşırlar?

Kadın transseksüeller anne babaları ile daha yakın ilişkiler kurarlar, cinsel partnerleri ile ilişkileri daha istikrarlıdır. Cinsel yaşamlarında daha doyumludurlar. Erkek transseksüellerin ise daha fazla psikolojik sorunlar taşımaktadırlar. Depresyon, kaygı ve sosyal yabancılaşma bu sorunların önde gelenleridir. Bu kişilerin şiddetli kişilik bozuklukları sergiledikleri de görülmüştür.

Bu noktada transseksüellerle eşcinselleri de birbirinden ayırmakta fayda vardır. Eşcinseller kendi cinsel kimliklerinden rahatsızlık duymazlar. Lezbiyenler kendi cinsel kimliklerinden gurur duymaktadırlar ve erkek olma düşüncesini korkunç bulmaktadırlar. Transseksüeller ise kendilerini “bir erkek vücuduna hapsedilmiş kadın” ya da “bir kadın vücuduna tutsak olmuş erkek” gibi görürler. Hatta bunların çoğu eşcinsel kadın ya da erkeklerle herhangi bir temastan ve ilişkiden bile kaçınırlar.

Peki Bu İnsanlar Neden Cinsel Kimlik Bozukluğu İçindedirler?

Aslında kişinin neden erkeksi ya da kadınsı bir kimlik duygusu geliştirdiği çok da açık değildir. Acaba cinsel kimlik bebeğin doğumundan önce mi, yoksa kişinin kendi çevresinde karşılaştığı biyolojik ve sosyal etkenlerle mi belirlenir? Transseksüelliğin gelişimine ilişkin açıklamalar çok farklı olsa da çevresel bakış açısı klinik literatürde daha çok tercih edilmektedir.

Bazı araştırmacılara göre, anne, baba ve aile sorunun gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Onlara göre erkek transseksüelliğine temel olan şey, babanın fiziksel ya da psikolojik yokluğudur. Bu ailelerde, çocukla çok yakın bir bağ kuran baskın bir anne vardır. Kadın transseksüellerin ise anneleri depresyona eğilimli kişilerdir. Babalar eşlerine karşı ilgisiz ve uzaktırlar. Bu nedenle kız çocuk, babasının bıraktığı boşluğu erkeksi bir rol oynayarak doldurmaktadır. Diğer erkeksi davranışların baba tarafından pekiştirilmesi ve kadınsılık desteğinden mahrum kalınması da bozukluğun ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

Bazı araştırmacılar ise, erkeklerde kadınsı, kızlarda ise erkeksi davranışların gelişimi için farklı bir model öne sürerler. Bu model, model alma ve pekiştirme gibi öğrenme ilkeleri temeline dayanır. Buna göre, karşı cinsteki ana veya baba baskındır. Aynı cinsten olan ana veya baba ise ya ortada yoktur ya da son derece etkisizdir. Örneğin kız çocuk, aşırı baskın olan babasına özgü davranışları taklit etmeye başlar. Baskın olan baba ve etkisiz olan anne buna karşı çıkmak yerine çocuğu ödüllendirir. Erkeksi kız, erkeklerle daha çok vakit geçirmeye başlar ve hem ana babanın hem de arkadaş ilişkilerinin bu yanlış pekiştirmesi sonucunda karşı cinsle daha fazla özdeşim kurmaya başlar. Bu sosyalleşme süreci sonunda çocuk, kendi cinsinin üyeleri ile bütünleşmekten tümüyle uzak kalır.

Cinsel kimliğe ilişkin katı çevresel bir bakış açısına sahip olmak doğru olmaz. Cinsel kimlik çevresel etkenlerden olduğu kadar biyolojik etkenlerden de etkilenir. Araştırmacılar, 1970’li yıllarda yaptıkları bir çalışmada, Dominik Cumhuriyeti’ndeki geniş bir ailenin birkaç üyesini incelemişlerdir. Bu kişilerin, erkek fetusta penis ve testis torbasına şekil vermekten sorumlu bir hormon olan dihydrotestosterone’u üretemedikleri anlaşılmıştır. Hormonun yokluğunda, çocuklar, çok küçük, klitoris benzeri bir penis ve dudak kıvrımlarına benzeyen bir torba ile kör vajinal bir keseyi içeren dış genital organlarla doğmaktadırlar. 24 vakanın 18’i kız gibi yetiştirilmişti. Ancak daha sonra buluğ çağına geldiklerinde her şey değişmişti. Çocukların “klitorisleri” büyüdü ve bir penis oldu. Oysa yeterli hormon olsaydı rahim içinde tutulacaktı. Testisler ise bir torbanın içine intikal etti. Çocukların sesleri kalınlaştı ve bedenlerindeki kaslar erkeksi bir görünüm oluşturdu. Ergenler yeni gelişen bedenlerine çabucak uyum sağladılar. Artık kendilerini erkek gibi görüyorlardı ve kadınları çekici buluyorlardı. Çocuklar kız gibi yetiştirilmişlerdi, ancak anatomileri değiştiğinde, cinsel kimliklerini hızlı ve oldukça başarılı bir şekilde değiştirebildiler.

Bütün bu çalışmalardan çıkan sonuç; ana babalarla, kardeş ve akranlarla olan çocukluk dönemine ait etkileşimlerle ilgili açıklamaların, biyolojik yaklaşımlı açıklamalarla birlikte ele alınması gerektiğidir. Transseksüelliğin gelişiminde etkili olduğu düşünülen çevresel ve biyolojik temelli açıklamalar ve açıklamalar üzerinde yapılan tartışmalar, cinsel kimlik bozukluğu üzerinde çok daha kapsamlı araştırmalara gerek olduğu gerçeğini göstermektedir.

VAJİNİSMUS TEDAVİSİ




Vajinismus, “Vajinanın cinsel birleşmeyi engelleyecek biçimde, yineleyici ya da sürekli olarak istem dışı kasılması” olarak tanımlanır. Cinsel birleşmeyle ilgili kaygılara karşı geliştirilen bir savunma tepkisi olan Vajinismus, kadınların ancak cinsel birleşme denemesinde bulunmalarıyla ortaya çıkar. Bu rahatsızlığı yaşayan kadınların genelidne cinsel istekle ve ön sevişme ile ilgili bir sorun yoktur.

Vajinismusun tedavisinde, kadının cinsellikle ilgili yaklaşımının değiştirilmesi amaçlanır. Kişinin kaygılarının aşılması, kaygıyla baş etmesinin geliştirilmesi üzerinde çalışılır. İlk görüşmede başka bir psikiyatrik rahatsızlık saptanmazsa kişinin genel öyküsü, cinsellikle ilgili öyküsü ve eşiyle ilişkisinin detayları değerlendirilir. Başka bir psikiyatrik rahatsızlık saptanırsa önce onun tedavisi yapılır.

Eğer çift bu tedaviye başlamayı kabul ederse ilk önce cinsel birleşmeyi denemeleri yasaklanır. İkisinden de gerekli düzeye gelinmeden cinsel birleşmenin denenmemesi konusunda söz alınır. Vajinismus tedavisinde çift olarak çalışılır, çünkü genelde sorun yalnızca kadında değil erkeğin yaklaşımında da mevcuttur.

İkinci görüşmede çifte, cinsel organlar ve cinsel birliktelikle ilgili bilgiler verilir. Bu sırada çiftin cinsellikle ilgili yanlış bilgileri ve kaygıları üzerinde durulur. Ardından egzersizlere geçilir. Duyarsızlaştırma yaklaşımının temelinde egzersizlerle/alıştırmalarla kadının cinsel organına girişle ilgili kaygılarının üzerine gidilir. Aynı zamanda, ön sevişme alıştırmaları ile çiftin cinsel birleşmeye odaklanmaması sağlanır. Vajinusmus çiftleri ya birleşmeyi yok sayarak ya da cinsel birleşmeyi sürekli zihinlerinde tutarak cinsel yaşamlarını sürdürürler.

Bireysel alıştırmalar sırasında tüm kontrol vajinismus hastasındadır. İstediği zaman bırakır, ara verir ya da devam edebilir. Kadın kendini hazır hissettiğinde cinsel birleşme alıştırmalarına geçilir. Bu sırada kişi ilerlediğini gördükçe; birleşme sırasında acı çekeceğiyle, vajinasına herhangi bir şeyin giremeyeceğiyle, çok kanaması olacağıyla ilgili düşünceleri değişir ve özgüveni artar.

Cinsel birleşme alıştırmaları, parmak alıştırmaları gibi aşama aşama ilerler ve kadının yaşadığı kaygılar ile değerlendirilmeye devam edilir.

Vajinismusun tedavi başarısı yüksektir. Beraberinde başka bir psikiyatrik rahatsızlık yoksa tedavi daha kolay olur. Vajinusmus çiftlerinde sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar genellikle vajinusmusun tedavi edilmemesine bağlı olarak gelişen kaygılar ve üzüntülerle ilişkilidir.

KADINLARDA CİNSEL İSTEK AZLIĞI

ÜÇ KADINDAN BİRİ CİNSEL İSTEK AZLIĞI YAŞIYOR!

Ülkemizde tedavi için başvuran her üç hastadan birisinde cinsel istek bozukluğu görülüyor.

 

􀂾 Ancak, cinsel isteğin, koroner yetmezlikler, enfarktüs, böbrek üstü bezlerinin fazla veya az çalışması, cinsellik hormonlarının azlığı, tiroid hormonlarının azlığı ya da artışı, epilepsi, beyin kanamaları gibi biyolojik rahatsızlar veya depresyon ilaçları, bazı tansiyon ilaçları nedeniyle azalması/kaybolması “cinsel işlev bozukluğu” olarak kabul edilmiyor.

 

􀂾 Cinsel istek bozukluklarının bir bölümünü “cinsel tiksinti bozuklukları” oluşturuyor. Cinsel ilişki kurmaktan “tiksinti” duyacak kadar rahatsız olan bu kadınlar cinsel ilişkiler için “başım ağrıyor”, “karnım ağrıyor” türünden gerekçeler buluyorlar.

 

 

Cinsel isteği ARTTIRAN etkenler, yargılar:

 

  • Eşim çekicidir.
  • Eşim cinsel fantezilerime uygun düşen birisi..
  • Eşim baştan çıkartıcı ve heyecan vericidir.
  • Eşim, cinsel isteklerime yanıt vericidir.
  • Ortam yardımcıdır.
  • Cinsel fantezilerim canlıdır.
  • Aşkı hissediyorum.
  • Yeniliklere, yeni tekniklere açığım.
  • Yeterince cinsel uyarı alıyorum.
  • Huzurluyum, gerginliklerim yok.
  • İlişkimin içinde güven duyuyorum.

 

 

 CİNSEL İSTEĞİ AZALTAN etkenler, yargılar:

 

  • Eşim çekici değil.
  • Eşim cinsel fantezilerime uygun düşmüyor.
  • Eşim yanıtsız.
  • Eşim kızgın ve düşmanca davranır.
  • Ortam yardımcı değildir.
  • Olumsuz fantezilerim var.
  • Başkasına yönelik bir aşkım var.
  • Monotonluk hissediyorum.
  • Cinsel açıdan yetersiz düzeyde uyarılıyorum.
  • Depresyon, kaygı, öfke yaşıyorum.
  • Tehlikeli durumlar yaşıyorum.

KADINLARDA UYARILMA VE ORGAZM SORUNLARI

“İYİ KIZ” SENDROMU ORGAZMA ENGEL OLUYOR


􀂾 Kız çocukları yetiştirilirken, cinsellikle ilgilenmemeleri öğretiliyor, cinsellikle ilgilenmeleri ve cinsellik içeren aktiviteleri kınanıyor, kısıtlanıyor. Örneğin, mastürbasyon yapmaları istenmiyor ve hoş karşılanmıyor. Kadınlardan beklenen sadece eşlerine yanıt verebilir olmaları. Bu nedenlerle, kadınların önemli bir kısmı ön sevişme sırasında eşlerine çok az katılıyorlar veya hiç katılmıyorlar. Cinsel birleşme sırasında çoğu hareketsiz kalıyor. Kadınlar, erkeklere neyi cinsel olarak uyarıcı bulduklarını söylemekten kaçınıyorlar. Yeteri kadar uyarılmadıklarında cinsel birleşmeyi reddedemiyorlar ve hazlarını arttıracak daha aktif tutum almaktan kaçınıyorlar.

 

􀂾 Çocukluğunda ve gençliğinde kendisini “iyi kız” olarak tanımlayan her on kadından dokuzu yetişkinlikte orgazm olamıyor. Yani, geleneksel kadın cinsel rolünü benimsemiş kadınların yaşadığı “iyi kız” sendromu, orgazm yaşamalarının önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

 

􀂾 Orgazmın ortaya çıkmasını gerektiren “uyarılma” derecesi, kadından kadına ve kadının içinde bulunduğu koşullara göre değişiyor. Bazı kadınlar herhangi bir cinsel uyarı ile orgazm olurken, diğerleri yoğun ve uzun klitoral uyarılmaya ihtiyaç duyabiliyorlar.

 

􀂾 Orgazmın sayısı da kadından kadına farklılıklar gösteriyor. Bazı kadınlar bir kere orgazm ile kendilerini doyumlu hissederken, bazıları çoğul orgazm gereksinimi hissedebiliyor.

 

􀂾 Orgazm yetisi yaşla birlikte artıyor. 20’li yaşlarında fazla cinsel deneyimi olmayan kadınlarda cinsel birleşme ile orgazm olamamak oldukça yaygın. 50’li yaşlardan sonra ise yaş faktörü orgazma ulaşmada bir dezavantaja dönüşebiliyor.

 

􀂾 Yaşlanmanın etkileri, menopoz, kronik hastalıklar nedeniyle yoğun ilaç kullanımları gibi etkenler uyarılma ve orgazmı olumsuz etkiliyor.

 

􀂾 Aldatılmaya ya da aldatılma kuşkusuna bağlı gelişen kızgınlık, cinsel hazzı ve uyarılmayı ciddi şekilde bozuyor. Ayrıca, kadınların kendilerini cinsel hazza, uyarılmaya ve orgazma bırakabilmeleri için erkeklere göre daha fazla “güven” duygusuna gereksinimleri var. Gerçek ya da muhtemel bir aldatma kuşkusu kadının güvenini zedelediğinden cinsel hazzını, uyarılmasını ve orgazm olmasını engelleyebiliyor.

 

􀂾 Bazı kadınlar, özellikle medyadan etkilenip orgazmın “zevkten çıldırmak” gibi bir şey olduğunu ama kendilerinin bunu yaşamadığını düşünüp hayal kırıklığı ve buna bağlı küskünlükler yaşayabiliyor ve zamanla cinsel ilişkiden uzaklaşabiliyor.




ERKEN BOŞALMADA CİNSEL TERAPİ


           Erken boşalmanın ilk etkin tedavi yöntemi 1956'da Dr.James Semans ta­rafından geliştirilen "Dur-Başla" tekniğidir. Bu tekniğin esası penis uyarımının durdurulup yeniden başlatılması ve bu işlemin bir çok kez tekrarlanmasıdır. Se­mans tedavi ettiği 8 olguda %100 başarı bildirir.

           Cinsel işlev ve işlev bozukluklarının anlaşılmasında deneysel fizyolo­jik temeli Masters ve Johnson'un araştırmaları sağlamıştır. Sonuçlarını 1990'da "İnsan Davranışı" ve 1970'de "İnsan Cinsel Yetersizliği" kitaplarında yayınladı­lar. Tedavi ettikleri 186 erken boşalma vakasının başlangıç başarı oranı %97,8, 5 yıllık başarı oranı %97,3'dür.

          1970'den sonra hepsi Masters ve Johnson'un tedavi programının modifi­kasyonları olan çeşitli davranışsal yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu geniş yeni­den eğitim programlarında farklı özellikler olmakla birlikte, üstü kapalı karşı ko­şullandırma ve kognitif davranışsal stratejiler yoluyla performans kaygısının azaltılması, seks eğitimi, iletişim geliştirme, tutum ve davranış değiştirme prose­dürleri, seks tekniğinde ustalaştırma hemen hepsinde ortak elemanlardır.

          Seks terapisi günümüzdeki kullanımıyla cinsel sorunları olan çiftlere uy­gulanan bir tür kognitif davranış tedavisi kabul edilir. Tedavi başarısında, uygu­lanan yöntemin ve terapistin profesyonel becerisinin olduğu kadar, çiftin tedavi­ye uygunluğunun, düzelme istek ve çabasının da rolü vardır.

          Tedavi formatları, bireysel psikoterapi, çift tedavisi, grup psikoterapisi olabilir. Masters ve Johnson'un tedavi modelinde çiftle bir birim olarak uğraşma­nın önemi vurgulanır. Bu yaklaşım birçok seks terapisti tarafından benimsen­miştir. Zamanla cinsel sorunlu kişilerin başvurularında artış olmuş, deneyimli te­rapistlerin ekonomik kullanımı gerekmiş, farklı formatlar ortaya çıkmıştır.
          
          Gene Masters ve Johnson'un modelinde iki ayrı cinsten koterapi takımları temeldir. Araştırmalarda tek terapiste üstünlüğü kanıtlanamamıştır. Bugün te­rapist eğitimi amacıyla kullanılmaktadır.

          Tedavi oturumlarının sıklık ve sayısı da terapistlerin uygulamalarında de­ğişiklik gösterir. Masters ve Johnson'un 3 haftalık yoğun programında çiftle her gün görüşme yapılır. Haftada 1-2 tedavi oturumu ile 2-4 ay süren programlar ol­duğu gibi, çiftin eline tedavi programının verildiği tedaviler de denenmiştir.

          Bütün davranış tedavilerinde olduğu gibi, cinsel terapide de, sorun alan­ları belirlendikten sonra tedavi hedefleri çift ile birlikte saptanır. Tedavi progra­mı hakkında çifte bilgi verilir, bozukluk oluşumunu, dolayısıyla tedavinin amacı­nı anlamaları sağlanır. Tedavi süresince, cinsel yaşamlarına özel bir önem ver­meleri, birbirlerine özen göstermeleri, ev uygulamaları için uygun koşulları sağlamaları (ısı, banyo, ışık, seyahat) istenir.

          İlk görüşmede öykü alımından itibaren tüm tedavi süresince çiftin cinsel bilgilenmesindeki yanlışlar düzeltilir, yeri geldikçe cinsel işlev fizyolojisi ve cin­sel tutumlarla ilgili bilgiler verilir. Çiftin genel ve cinsel iletişimi geliştirilmeye ça­lışılır. Hoşnutluk ve hoşnutsuzlukların uygun biçimde ifadesi ve kabulü özendi­rilir.

          Cinsel terapinin ilk basamağı sensate focus (SF) dur. Sensate focus, çif­tin cinsel ilişkiyi mekanik bir olay olarak değil, duygusal ve bedensel hazzın pay­laşılması olarak kavramasına yardım eder. Cinselliğin odağı cinsel organlardan tüm bedene yayılır. Bu bakış açısını yerleştirebilmek için, beklentileri ve alışıl­mış hedefleri ortadan kaldıran ev ödevleri verilir. Cinselliğin yaygın olan anlayışında temel hedef olarak görülen cinsel birleşme ve orgazm yasaklanır. Cinsel uyarılma zorunlu, gerekli ve önemli değildir. Cinsel yanıt oluşumunun beklenmemesi, hatta istenmemesi, performans kaygısının azalmasını sağ­lar. Genellikle ihmal edilen dokunsal ve duygusal hazlar önemsenmekte ve hedeflenmektedir. SF I, cinsel organlar dışında tüm bedenin duyumsal masajı, okşanmasıdır. Çiftin, bedensel özellik ve gereksinimlerini fark etmesini sağlar. Feed-back SF'un ayrılmaz bir parçasıdır. Eşlerin nerenin nasıl okşanmasından hoşlandıklarını konuşmaları istenir. Görüldüğü gibi SF değişen pozisyonlarıyla, eşlerin sırayla okşayan ve okşanan rollerini almalarını gerektirir. Bu da eşlerin eşit katılımını sağlar. SF II’de okşamaya cinsel organlarda katılır ama bu uyarı sürekli ve ritmik olmamalıdır.

          Eşlerden birinde özellikle kaygı yaratan ya da kaçınılan durumlar söz konusu ise, imgesel veya yaşantısal duyarsızlaştırma çalışmaları bu ödevlere eklenebilir. Çiftin cinsel iletişiminin iyi, ön sevişmenin süre ve çeşitlilik bakımından yeterli, katılımlarının eşit olduğu düşünülen durumlarda SF hiç verilmeyebilir ve­ya modifiye edilebilir. Erken boşalma tedavisinde SF kullanımı kural değildir, terapist duruma göre doğrudan özel teknikleri uygulamaya karar verebilir.

          Erken boşalmanın tedavisinde başlıca Semans'ın "dur-başla" veya Mas­ters ve Johnson'un "sıkma' tekniği kullanılır. Tedavi boşalmadan hemen önce ki duyumların farkına varılmasını sağlayarak boşalmayı denetlemeyi öğretmeyi amaçlar.

          Eşi olmayan erkeklerde erken boşalma tanısı koymak için acele edil­memelidir. Sürekli ve düzenli bir cinsel yaşam olmadığında değerlendirme güç­leşir.


Uzm. Dr. Nesrin Yetkin’in “Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler” adlı kitaptaki yazısından uyarlanmıştır.

 


 

 

  
3038 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam76
Toplam Ziyaret319804
KİŞİSEL GELİŞİM-MAKALELER